Geç Olmadan
Doğada hemen her şeye sahip olan canlı türü insanlardır. Ancak sahip olduğumuz değerleri korumak noktasında çok başarılı olduğumuz söylenemez. Diğer canlı türleri yaşamlarını düzenli bir döngü içerisinde asırlar boyu şaşmadan çevreleri ile uyum içerisinde sürdürürken biz insanlar bu döngüyü hiçe sayarak inatla doğa ile çatışmaktayız. Her geçen gün yeşil alanlar yerini betonarmelere bırakırken diğer yandan su yatakları değişmekte, denizlerin maviliği müsilaj problemi ile karşı karşıya kalmaktadır.
Hayatımızı yaşanır kılan ekolojik sistemi görmezden gelerek işimize yarayan doğal kaynakları anlık olarak tüketip arkamızda çöller bırakarak körlük içinde yaşamımızı sürdürmekteyiz. Bütün bir yıl boyunca doğa ile çatıştıktan sonra tatil yapmak amacı ile yeşil ve mavi alanlar ararız, kendimizi doğal güzelliklerin içine atmak için yollara düşeriz. Yollara düşeriz çünkü yaşadığımız çevreyi kuru alanlara terk ettiğimiz için nefes alacak bir orman dahi bulamayız.
Son zamanlarda halk arasında deniz salyası olarak bilinen müsilajın Marmara Denizi’ni kaplamasıyla birlikte çevre sorunları yeniden gündeme geldi. Pek çok kişi tarafından Google arama motorunda “Marmara Denizi’ni kaplayan müsilaj nedir, müsilajın etkileri nelerdir?” sorusu aranmaya başladı.
Müsilaj, biyolojik ve kimyasal birçok koşulun bir araya gelmesi sonucunda bakteriyel aktivitelerin artmasıyla oluşan denizdeki canlı cansız varlıkları tehdit eden yapışkan bir yapıdır. Müsilaj oluşumu özellikle denizin derinliklerindeki canlı varlıkların yaşamını tehdit etmesiyle çevre kirliliği hasarı başta olmak üzere biyolojik çeşitlilik, balıkçılık faaliyetleri gibi deniz ürünleri üretimini ve turizm sektörünü olumsuz etkileyerek hem yaşanılabilir bir doğayı hem de ülkesel ekonomik kalkınmayı yok etmektedir.
Çevreye verilen ufacık bir zararın ekolojik dengeyi ne kadar bozduğu ve yaşamımızı ne kadar olumsuz etkilediği ortadır. Bu zararların oluşmasını tetikleyen biz insanlara karşı hukukumuzda birtakım sorumluluklar ve yaptırımlar öngörülmüştür.
Çevrenin kirletilmesi ile doğanın zarar görmesini hukuki açıdan ele alacak olursak;
1982 Anayasa’sı uyarınca herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Üçüncü kuşak haklar arasında yer alan çevre hakkı, bireylere, sivil toplum kuruluşlarına ve devletlere sorumluluklar yüklemekte, çevre politikalarına ve çevresel yönetim sürecine katılımı gerektirmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda çevrenin kasten veya taksirle kirletilmesi suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırım öngörülmüştür.
2872 sayılı Çevre Kanunu’nda ise çevreyi kirletenin, çevrenin kirlenmesinden dolayı kamu kurum ve kuruluşlarına karşı sorumluluğu ve kirletenin kişilere vermiş olduğu zararlardan doğan sorumluluğu şeklinde iki tür sorumluluk düzenlenmiştir. Çevreyi kirletenler, verdikleri zararlar sebebiyle ortaya çıkan maddi zararları gidermekle yükümlüdürler.
SON SÖZ: İnsanın evindeki bir saksıya indirgenen doğayı en büyük özlemimiz haline gelmeden koruyalım.